Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Cantürk Caner: “Hamas, Saldırılarını Bilinçli Olarak 7 Ekim’de Yaptı”

İsrail’in Filistin topraklarındaki insan hakları ihlalleri ve Gazze Şeridi’ndeki ablukası, 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırıları sonrasında İsrail ordusunun geniş çaplı askeri müdahalesiyle derinleşti. Binlerce sivil, havadan ve karadan yapılan saldırılarda hayatını kaybederken, yüz binlerce insan zorla göç etmek zorunda kaldı. Gazze, adeta yaşanamaz bir duruma sürüklendi.

– Peki El Kassam Tugayları kimdir, Hamas ile bağlantısı nedir?

“Aksa Tufanı Operasyonu nedir?  Gerekçesi nedir? Neyi Amaçlamıştır? İsrail nasıl bir savaş stratejisi uygulamaktadır? İsrail Basınında geçen çözüm önerileri nelerdir?” gibi merak edilen soruları Uluslararası İlişkiler Uzmanı Doç. Dr. Cantürk Caner ile konuştuk.

– Hocam öncelikle İzzettin El Kassam Tugayları (Izz’ad-Din al-Qassam Tugayları) kimdir? Hamas ile bağlantısı nedir, anlatır mısınız?

Şeyh İzzeddin El Kassam

Izz ad-Din al-Qassam Tugayları (İzz ad-Din el-Kassam Tugayları), Hamas’ın askeri kanadı olarak bilinir ve Filistin topraklarında İsrail ile çatışmaları yürüten bir silahlı grup olarak faaliyet gösterir. İşte Izz ad-Din al-Qassam Tugayları hakkında daha ayrıntılı bilgiler:

İzz ad-Din al-Qassam Tugayları, adını Filistinli bir direniş lideri olan Şeyh İzz ad-Din el-Kassam’dan almıştır.

Bu grup, 1991 yılında Hamas’ın kuruluşundan bu yana var olmuş ve Hamas’ın askeri operasyonlarını yönetmekle görevlidir. İzz ad-Din el-Kassam, 1930’larda Filistin’de İngilizlere ve Yahudi yerleşimcilerine karşı direniş göstermiş ve öldürülmüştür.

İdeoloji: İzz ad-Din al-Qassam Tugayları, Hamas’ın ayrılmaz bir parçasıdır. Pan İslamist bir ideolojiyi benimsediklerinden Filistin topraklarının İslam’a ait olduğunu savunurlar. Hamas’ın politik hedefleri doğrultusunda İsrail’i kökünden reddederler ve Filistin topraklarının özgürleştirilmesini amaçlarlar.

Yapı: Esasen Hamas’a bağlı bir yapı olmakla birlikte, Hamas ile birlikte hareket etmez. Tam tersine kendi liderleri olan bağımsız bir askeri organizasyondur ve emirlerini de Hamas’tan almazlar ve planlarını önceden bildirmezler. Böylece Hamas’ı sadece siyasi bir örgüt olarak kalmasını sağlarlar ve siyasi kanada bağımsız hareket alanı oluştururlar. Savaşçıların kimlikleri ve grup içindeki pozisyonları genellikle ölünceye kadar gizli kalmaktadır. Kendi içinde çoklu ve bağımsız hücrelerden oluşan yapı, yüksek rütbeli üyeler ve kendilerine doğrudan bağlı silahlı birimlerden meydana gelirler. Hücre tipi örgütlenme üye ölümlerinden sonra grupların sürekli olarak yeniden oluşmasına olanak tanır. Ancak bu durum aynı zamanda birbirinden bağımsız hareket eden yapılara da sahip olduğundan iletişim ve senkron handikapına da yol açar.

Faaliyetler: Izz ad-Din al-Qassam Tugayları, İsrail’e karşı çeşitli askeri operasyonlar yürütmüşlerdir. Bu operasyonlar, roket saldırıları, intihar saldırıları, sınır saldırıları ve diğer türden eylemleri içerebilir. Grup, İsrail yerleşimlerine ve İsrail güvenlik güçlerine yönelik saldırılar gerçekleştirmiştir.

Ne Zaman ve Nasıl Kuruldular? 1984 yılında Şeyh Ahmed Yasin, İbrahim el-Mahadme, Şeyh Salah Şehade ve diğerleri, İsrail kontrolüne karşı direniş amacıyla silahlı bir örgüt kurma hazırlıklarına başladılar. Ancak grup üyeleri İsrail güvenlik kuvvetleri tarafından tutuklandı. İlk silahlı örgüt denemeleri böylece başarısızlıkla sona erdi. Bu kez 1986 yılında Şehade, ‘Filistin savaşçıları’ anlamına gelen ‘al-Mujahidun al-Filastiniun’ adlı bir direniş hücresi ağı oluşturdu. Bu ağ, İsrail askerlerini ve kendileriyle işbirliği yapan Filistin yöneticilerini hedef aldı. Filistin Savaşçıları 1989 yılına kadar faaliyet gösterdi. Adını da, iki İsrailli askeri kaçırıp öldürülmesiyle duyurmuştur.

HAMAS ise resmen böyle bir arayış içinde kurulmuştur. 1987 yılının Aralık ayında resmen kurulduğunu duyuran HAMAS kısa süre içinde Abdullah Azzam Tugayları gibi benzeri silahlı yapılar kurarak 1987-1994 yılları arasındaki Birinci İntifada  olaylarında adını duyurdu. İşte el-Kassam Tugayları da aynı tarihlerde Hamas’a paramiliter bir yetenek sağlamak amacıyla kurulmuştur. Zaman yapısı ve kuruluş biçimi daha başarılı olan El-Kassam Tugayları zaman içinde Hamas’ın silahlı kanadı olarak bilinir hale gelmiştir. OSla Anlaşmaları sırasında hızla popüler hale gelen el Kassam 2003 ve 2004 yılında İsrail’in Gazze kuşatmalarında etkili direniş gösterdi. Her iki çatışmalarda ağır kayıplar vermekle birlikte Filistin halkı tarafından büyük bir sempati kazanan el Kassam, özellikle Gazze’de HAMAS’ın Gazze’deki hükümetinin Yürütme ve Güvenlik gücü olarak tanımlandı.

2006 yılının Haziran ve Temmuz aylarında yapılan bir başka İsrail operasyonlarında Gazze’nin en büyük direniş gücü haline dönüşen el Kassam Mayıs 2007’ye kadar İsrail silahlı kuvvetleriyle çatıştı. 2007 yılında Filistin yönetiminin başkanı olan Mahmut Abbas tarafından HAMAS yasaklanmaya çalışıldıysa da el Kassam’ın varlığı bunu engelledi. 2007 yılından sonra Filistin yönetimi fiilen ikiye bölünmüştü. Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da da Filistin Yönetimi hakim olmuştur.

Rolü ve Etkileri: Izz ad-Din al-Qassam Tugayları, İsrail-Filistin çatışması içinde önemli bir rol oynamış ve çatışmaların şiddetlenmesine neden olmuşlardır. Aynı zamanda Hamas’ın askeri kanadı olarak, örgütün siyasi kanadı ile birlikte Filistin’deki siyasi ve toplumsal dinamiklerde etkili bir güçtür.

– Peki Gazze’de Hamas’ın içinde El-Kassam Tugaylarından başka örgüt var mıdır?

Doğrudan HAMAS içinde yer almasalar da Gazze’de HAMAS ile birlikte hareket eden silahlı veya silahsız örgütler oldukça fazladır. Bunlar arasında en çok bilineni elbette ki El-Kassam Tugayları’dır. El Kassam’ın yanı sıra Gazze’de etkili oldukları kabul edilen Kudüs Tugayları, Aslanlar Yuvası, Şehit Ebu Ali Mustafa Tugayları, El-Nasır Salah el-Din Tugayları, Mücahitler Tugayı, Ulusal Direniş Tugayları (Ömer el-Kasım Tugayları), Gece Karışıklığı Birlikleri olmak üzere onlarca irili ufaklı örgüt faaliyet göstermektedir. Her biri birbirinden bağımsız yapılar olarak hareket ederler. Her birinin faaliyet sahası farklı olmakla birlikte aslında amaçları ortaktır: İsrail işgalini ortadan kaldırmak!

– 7 Ekim 2023’te El Kassam’ın başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu nedir? Gerekçesi nedir, neyi amaçlamıştır?

İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim 2023 sabahı saat 06.30 itibarıyla İsrail’in güneyindeki yerleşim yerlerine geniş çaplı saldırı başlattı. İzzeddin el-Kassam Tugayları isimli silahlı grubun komutanı Muhammed ed-Dayf, saldırının nedenini Mescid-i Aksa’ya radikal İsraillilerin girmesi şeklinde açıkladı, icra edilen ‘operasyonun’ isminin ‘Aksa Tufanı’ olduğunu ifade etti.

Saldırı 20 dakika içinde 5 bin civarında roketle İsrail’in güneyindeki şehirlerine atış yapılması ve aynı anda bir kısım Hamas üyesinin de İsrail’e karadan ve paramotorlar ile havadan toplam 27 noktadan sızmasıyla başladı. Hamas üyeleri, İsrail güvenlik güçlerine saldırılar düzenledi ve şehir meydanlarını kontrol altına almaya çalıştı. Çatışmalar sırasında İsrail polis ve askerleriyle önceden belirledikleri adreslerde yaşayan (kadın ve çocuklardan oluşan) sivilleri esir edip Gazze’ye naklettiler. Bu muhtemel İsrail hava saldırılarına karşı Yahudi esirleri “kalkan” olarak kullanma amacını taşıyordu.

Aksa Tufanı Operasyonu’na İslami Cihat ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) silahlı kanadı Ebu Ali Mustafa Tugayları’nın da katıldığı bilinmektedir.

Kassam ilk

Harita 1: El-Kassam ilk gün saldırı noktaları

Harita 2: El-Kassam çatışmaların yoğunlaştığı alanlar

Harita 3: Aksa Tufanı Operasyonu’nun derinliği

– Saldırıların hedefi neresidir?

Resim Hamas Militanlarının İsrail istihbarat birimlerini de içeren haritaları

Öyle ya bunca zamandır hazırlık yapan ve dünyanın en etkili örgütleri arasında yer alan el-Kassam tugaylarının basit bir saldırıda bulunup, sadece Gazze’de örülen duvarları yıkmak ve İsrail’li esirleri ele geçirmek olması beklenemez. O halde bu saldırılardan neyi amaçlamıştır?Elbette ki bunun tam bir açıklaması yoktur. Bunu zaman içinde göreceğiz. Ancak ilk gün yapılan operasyonlardan el-kassam tugaylarının doğuya doğru ilerleyip Batı Şeria’nın güney ucundan bir koridor açacak şekilde İsrail’i güney kuzey yönünde ikiye bölmek niyetinde olduğu ileri sürülebilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için iki durumun daha gerçekleşmesi gerekirdi.Bunlardan ilki Batı Şeria’da el feih ve buna bağlı diğer güçlerin İsrail güçleriyle çatışmaya girip batı yönüne doğru ilerleyerek el kassam tugaylarıyla birleşmesi; ikincisi de asıl ağırlıklarının kuzeyde olması nedeniyle Lübnan hizbullahı’nıntel avive ya da golan teperine doğru manevra yapmasıdır. Ancak bu durumda İsrail diye bir devlet ortadan kaldırılabilir. Peki böyle bir senaryo mümkün müdür? Bu senaryonun ihtimalini güçlendirecek kanıtlar elbette var. Örneğin ilk kanıt ABD’nin ilk gün USS Gerald R. Ford Uçak gemisini ardından da 15-16. Gününde CENTCOM, USS Esienhower Uçak gemisini bölgeye sevk etmesidir. Esasen savaşa doğrudan girmemekle birlikte ABD’nin büyük bir donanmayla İsrail’in yanında yer alması ve Başkan Biden’in bölgenin sınırlarının değiştirilmeyeceğinin söylemesi esasen Gazze savaşı için böyle bir donanmanın gönderilmesini gereksiz kılmaktadır. İkinci kanıt Rsuya devlet başkanı Putin’in 18 Ekim tarihinde Karadeniz’de Rus savaş uçaklarının devriye gezeceğinin ve kanatlarında 2000 km menzilli süpersonik füzeleri taşıyacağını eklemesidir. Rusya 2000 km öteden niye böyle bir açıklama yapmak ihtiyacı duymuştur. Demek ki el kassamın bu operasyonu çok boyutlu ve uluslararası bir operasyondur.Tüm bunlara ilaveten el kassam tugaylarının paramotor eğitimlerini nereden aldıkları soru da bugüne kadar Türk televizyonlarında sorulmayan bir sorudur. Yaklaşık 10-15 militan paramotorlarla İsrail’e havadan sızmıştır. İlaveten diğer savaşçılar bariyerleri yıkmış, tel örgüleri kesmiş İsrail ordusu ne olduğunu dahi anlamamıştır. Bu durum esasen saldırılarda dış yardım ihtimalini güçlendirmektedir.Üstelik resimlerde de görüldüğü üzere El Kassam militanları ilk gün saldırılarında nereye gideceklerini çok iyi bilmektedirler. Ellerinde haritalar da bulunmaktadır.

– İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yayınladığı video mesajında, İsrail’in savaş halinde olduğunu açıkladı ve sert bir cevap verileceğini ifade etmişti. Süreç nasıl ilerledi?

Hiç kuşkusuz tarihin en sert tepkisini gösterdi. Netenyahu hükümeti saldırının hemen sonrasında yapılan açıklamayla sivillere evlerinde kalması çağrısı yaptı. Bölgedeki havaalanlarında bulunan askeri malzemeler ülkenin orta ve kuzey kesimlerine nakledildi ve bölgeye güvenlik kuvvetleri sevk edildi. Ayrıca, Hava Kuvvetleri ve Kara Havacılık Birlikleri anlık bir emirle hareketlendirilerek Gazze’de tespit edilmiş hedefleri etki altına aldı. Başbakan Netanyahu yayınladığı video mesajında, İsrail’in savaş halinde olduğunu açıkladı ve sert bir cevap verileceğini ifade etti. Bu çerçevede seferber edilen İsrail ordusu ve yedek kuvvetlerinin geniş çaplı bir cezalandırma saldırısına başladı.

Demir Kılıçlar adını verdiği savaşta Gazzeyi özellikle kuzey bölgesinden başlayacak şekilde ağır bir bombardımana tabi tuttu. İsrail çok ağır bir tepki gösterirken, dış politikada müttefiklerini de harekete geçirmeyi ihmal etmemiştir. İsrail HAMAS ile başlattığı Gazze savaşında ABD, İngiltere ve AB’ni de yanına çekmeyi başarmıştır. Nitekim ABD Başkanı Biden saldırıları takip eden birkaç gün içinde önce hava kuvvetleri unsurlarını ardından da Gerald Ford adlı uçak gemisini bütün donanmasıyla Gazze yakınlarına sevk etti. ABD donanmasını irili ufaklı İngiliz ve Fransız savaş gemileri de izlemiştir. Bununla da yetinmeyen Başkan Biden, 18 Ekim tarihinde İsrail’e doğrudan bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

ABD’nin doğrudan ve koşulsuz desteğini açıklamasının ardından İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) saldırılarını artırarak, savaşın gidişatını korkunç bir şekilde değiştirdi. Gazze’deki Hamas tünellerini bahane eden İsrail, olayın ertesi günü hava saldırıları başlattı. Böylece İsrail saldırılarının ilk aşaması olan Teopolitik Savaş süreci başlamış oluyordu.

– Nedir Teopolitik Savaş Süreci ve İsrail’in Gazze Saldırılarıyla ne ilgisi vardır?

Papa’nın Irak’ta Ayetullah El Sistani ile buluşması

Özetle, Teopolitik, politikada din unsurlarının kullanılmasıdır. Bilindiği gibi Siyaset Bilimi literatüründe modern devletler (İran, İsrail Suudi Arabistan gibi bazı örnekler dışında) seküler ya da laik temelli kurulurlar. Bu Batı dünyasında devletin Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan doğal hukuk terminolojisinden insan eliyle kurulan pozitif hukuk, insanlar eliyle yönetilen dünyevi bir iktidar kavramıyla kurgulanması demektir. Batı modernleşmesinin yönü pozitif hukukun öne çıkarıldığı, çoğulcu ve katılımcı ya da temsiliyet ilkesine dayanan, yine belirli dönemlerde serbest ve gizli oy hakkına dayalı demokratik sosyal hukuk devletiyle kurumsallaşmış devletleri tanımlar. ancak Batıda yaşanan bu durum doğu dünyasında özellikle Ortadoğu’da farklı gelişmiştir.

İran, Suudi Arabistan ve İsrail gibi dikkat çeken örnekleriyle yapısı ve doğası gereği teopolitik, yani dine dayalı veya din kurallarının egemen olduğu bir devlet ve politika anlamına gelir. Pozitif hukuka dayanan ama dini unsurlara politik düzlemde dikkat eden devletlerde teopolitik olarak tanımlanabilir ama burada asıl kast edilen bir din veya bilindiği şekliyle şeriat devletidir. İsrail, bir din devletidir. Her ne kadar Cumhurbaşkanı varsa da hükümet ve parlamentosu seçimlerle iş başına gelse de esasen cumhuriyet, monarşi vb kavramlarla kendisini tanımlamaz. İsrail devletinin bir anayasası da bulunmaz. Din toplumsal yaşamın her alanında hatta siyasette bile son derece baskındır. Öyle ki İsrail’de dini bayramlar aynı zamanda resmi bayramlardır.

Hatta Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının aynı zamanda Yom Kippur (Tövbe) Günü’ne denk gelmesi bile tesadüf değildir. Hamas bu günü bilerek seçmiştir. Çünkü İsrail toplumu Yom Kippur’da tüm gün oruç tutar ve ibadetle geçirir. İşte bu nedenle 7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarını da İsrail’in cevabını da Teopolitik bir süreçten ele almak elzemdir. Aslında İsrail genel olarak Hamas ve Arap dünyasıyla yaptığı savaşlarda teopolitik süreci az veya çok izlemiştir. Nitekim 8 Ekim Operasyonunun adı bile “Demir Kılıçlar” adıdır. Bu ad Tanah metinlerinde sıklıkla yer alan bir terimdir.

– İsrail-Hamas Savaşı kaç aşamadan oluşuyor? İsrail nasıl bir savaş stratejisi uygulamaktadır?

İlk aşama kuşkusuz Tepolitik savaş süreci olarak değerlendirilmelidir. Teopolitik süreç 8 Ekim sabahından itibaren başlamış, 24 Kasım’da yani ilk rehine takasının olduğu güne kadar devam etmiştir. Neredeyse 38 gün boyunca İsrail havadan ve karadan adeta ağır ateş kusmuştur. 21. yüzyılın en ağır bombardımanı olan 38 günlük saldırı özellikle ABD’nin koşulsuz olarak ağır silahlar vermesiyle pek çok sivilin ölümüyle sonuçlanmıştır. 24 Kasım-1 Aralık tarihleri arasındaki rehine takasında savaşın dozu neredeyse sıfıra indirilmiş, taraflar karşılıklı çatışmaya girmekten mümkün olduğunca kaçınmışlardır.

Bu ilk süreçte İsrail’in amacı İsrail kutsal metinlerindeki “öç alma” kavramını hayata geçirdiler. Din kitaplarında yer alan ve Necef Çölünde yaşayan Amalek halkıyla girişilen bir savaşın günümüzdeki yansıması olarak değerlendirilen ilk aşamada doğrudan öç alma ve Gazze halkını cezalandırmayı amaçladırlar.

Nitekim Yahudilikte 613 Mitsvot’(emirler)’dan üçü Amalek ile ilgilidir:

Amalek Savaşından bir kesit

Amaleklilerin İsraillilere yaptıklarını hatırlamak, Amaleklilerin İsraillilere yaptıklarını unutmamak ve Amaleklileri tamamen yok etmek. Hahamlar bunları Yasa’nın Tekrarı 25:17-18, Çıkış 17:14 ve 1 Samuel 15:3’ten çıkarmışlardır. Raşi üçüncü emri açıklar: Erkekten kadına, bebekten süt emen çocuğa, öküzden koyuna kadar, ‘Bu hayvan Amalek’e aitti’ diyerek bir hayvana atıfta bulunarak bile Amalek’in adı anılmasın. Nitekim Başbakan Netenyahu savaşın ilk gününde ve ilerleyen günlerinde Tanah’taki 1. Samuel kitabının 15. bölüm 3. ayetini (‘Şimdi git, Amalekliler’e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme (hiçbirine acıma). Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.”) aynen zikrederek kendini ve askerlerinin yaptıklarını savunmuş, ateşkes olmayacağını, saldırıları sonuna kadar sürdüreceğini belirtmiştir. Nitekim İsrail’in öç alma operasyonunda kullanılan bombanın miktarını da belirtelim: 28 günde 18 bin ton bomba. Bir başka deyişle Hiroşima’ya atılan atom bombasının 1,5 katı…

İsrail’in saldırılarında ikinci aşamaysa 1 Aralık tarihinde esir takasının bittiği gün başlamıştır. Halen ikinci aşamanın içindeyiz.

Gazze Savaşı

İkinci aşama Jeopolitik savaş Süreci olarak tanımlanabilir. Nedir bu jeopolitik savaş? Kasım ayındaki esir takasına kadar İsrail unsurlarının meydana getirdiği ölüm ve yıkım o kadar güçlü olmuştur ki başta ABD olmak üzere, BM, dünyadaki birçok ülke iç ve dış kamuoyu ağır bir tepki vermeye başlamıştır. Bu tepki özellikle İsrail kamuoyunda rehinelerin kurtarılamaması protestolarıyla birleşince savaşın başında kayıtsız ve şartsız destek veren ABD bile kendi iç kamuoyundaki tepkilere kayıtsız kalamamıştır. Dolayısıyla İsrail, doğrudan ağır hava bombardımanına dayalı, Gazze Şehrini topyekun bir yıkıma iten saldırılardan kaçınmak zorunda kalmıştır.

Özellikle İsrail şeriatında yer alan cezalandırma ve öç alma kısası da sağlandığından savaşta ikinci safha başlamıştır. Jeopolitik savaş ağırlıklı olarak kara harekatından meydana gelmektedir. Bu arada hemen unutulmaması gereken şeyi de eklemek gerekir. Jeopolitik aşama teopolitik aşamadan daha hafif ya da kansız değildir. Elbette ki Netanyahu hükümetinin acımasızlığı halen devam etmektedir. Ama ikinci aşamada amaç cezalandırmaktan çok jeopolitik kaygılar taşımaktadır.

– Hocam nedir bu kaygılar?

Fotoğraf

Özetle belirtmek gerekirse: öncelikle kara harekatı ağırlıklıdır. Her ne kadar ilk aşamada da kara harekatı olmuştur. Ama bu aşamada yapılan kara harekatları gir ve çık şeklindedir. Noktasal, tünel, Hamas unsuru bulma vb. gibi keşif odaklıdır. Aynı zamanda ilk aşamada yapılan bu sınırlı kara harekatlarında IDF, ikinci aşamanın planlarını da hazırlamıştır. İkinci aşamada tam bir kara istilası planlanmıştır ve bu uygulanmaktadır.

Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

Düzenli kara birlikleri Gazze bölgesini Deyr’el Belah bölgesinden kuzey ve güney yönünde 2-4 km tampon bölge oluşturacak şekilde Kuzey bölgeye yani Gazze Şehrine girdiler.

Ardından 11 Ekim tarihinde Sahil hattını tutan İsrail deniz kuvvetleri yine denizden karaya olacak şekilde ikinci bir kuşatma oluşturdu. Kuşatmanın üçüncü noktasını ise başkent Tel Aviv yönünden yani kuzeyden girecek şekilde 400m ile 2 km genişliğinde bir hatla kapatıldı. Doğu yönündeyse İsrail birlikleri İsrail topraklarından tampon bir kuşatma sağlayıp Gazze şehrine girmeye başladılar. Hava bombardımanının stratejik destek olarak yürütüldüğü süreç halihazırda devam etmektedir.

Bu sürecin amacı doğrudan cezalandırmak değildir. Burada amaç Gazze’nin kuzeyini tamamen boşaltmak, Hamassızlaştırmak (bu arada da insansızlaştırmak), başkent hattını tamamen güvenli hale getirmektir. Henüz tam kesinleşmemekle birlikte Gazze şehrini tamamen işgal etmenin bile planlandığı konuşulmaktadır.

Peki bundan sonra ne olacak? İsrail Gazze’de neler planlıyor?

25. günde Gazze’nin uydu görüntüsü

Elbette ki ne olacağı çok net değil. Bu konuda İsrail’in pek çok planı bulunmaktadır. Bunlar üzerinden bir beyin fırtınası yaparsak eğer yüksek olasılıkları sıralayabiliriz. Öncelikle İsrail Gazze’yi yeniden işgal etmek istiyor. 2005 yılında bölgeyi boşaltmasının ciddi anlamda bir güvenlik sorunu oluşturduğunu yeni bir HAMAS’ın ortaya çıkmasını engellemek istediği görülmektedir. Esasen Başbakan Netanyahu ve savaş hükümetinin üyelerinin bu konuda ısrarları ve zaman zaman demeçleri hayli fazla.  Ne var ki bu olasılık ABD ve AB tarafından çok da fazla dile getirilmiyor. Bir başka deyişle İsrail’e destek veren ülkeler açıkça bu niyete karşı tavır içindeler.

Özellikle ABD Başkanı Biden iki devletli seçenekte ısrarlı. İki devletli çözüm önerisi bir başka seçenek olarak canlı tutuluyor. Özellikle ABD, İngiltere , Rusya, Türkiye ve diğer Batı ülkeleri bu konuda İsraile baskı kuruyorlar. BM de benzeri bir tutum içinde. Bu plana da İsrail karşı çünkü böyle bir seçeneğin hayata geçirilmesinin imkansız olduğunu dile getiriyor. Üstelik HAMAS gibi Antisemitist radikal yapılar ortadan kalkmayacak, aksine savaşın galibi olarak kendilerini göreceklerinden bir zafer hediye etmek istemiyor. Dolayısıyla iki devletli çözümün de uzakta olduğu ileri sürülebilir. Bir başka seçenek ise Gazze’nin uluslararası bir yönetime verilmesi, garantörlük uygulamasının devreye girmesi.

Söz konusu seçenek diğer ikisi içinde makul olarak görülse de İsrail bölgede başka devletlerin söz sahibi olacağını HAMAS vb. yapıların korunacağı, üstelik garanti süreci ve şartları gibi pek çok belirsizliğin yer aldığını ifade etmiştir. Ancak İsrail basını yakından incelendiğinde sürecin aşağı yukarı nasıl evrileceğine dair bir takım fikirler edinmek de mümkün.

– İsrail basınında geçen çözüm önerileri nelerdir?

Bu konuda Haretz, Jerssalem Post gibi İsrail’in önde gelen yayın organları incelendiğinde öncelikli olarak Gazze’de HAMAS benzeri yeni yapıların oluşması kesinlikle önlenmeli. Bu amaçla terör alt yapısının tamamen sökülmesi, tünellerin tamamen kapatılması, HAMAS’ın ülke dışına çıkarılması, yeniden yapılandırılmış ve yozlaşmamış bir Filistin yönetiminin kurulması kesinlikle vurgulanan şartlar arasında. https://www.jpost.com/opinion/article-776727 İlaveten birleşik bir filistin yönetiminin göreve gelmesi, Gazze’nin sorumluluğunun Filistin yönetimine verilmesi, güvenliğin de doğrudan İsrail güvenlik güçleri tarafından sağlanması temel koşul olarak görülüyor. Buna ilaveten İsrail yeni Filistin yönetiminin rüşvet ve borç batağına tekrar düşmemesi için de maliyesinin BM ve İsrail tarafından belirli periyotlar halinde denetlenmesini de eklemek gerekir.

Konuyla ilgili en enteresan yaklaşım ise geçtiğimiz günlerde Haretz gazetesinde ele alındı. İsrail’in önemli bir yayın organı olan Haretz gazetesinde çıkan makale adeta savaş sonrasındaki İsrail politikalarına yön verecek şekilde. Yayımlanan makalede İsrail’in Gazze ile olan ilişkisini Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik koridorlarındaki tutumundan yola çıkarak özel bir konumlandırma yapılmış.  Türkiye’nin Afrin operasyonundan sonra bölgede kurduğu ve Türkiye’deki Valilik ve Kaymakamlıklarla yönettiği bir model gündeme gelebilir. Ancak bu planın İsrail için en önemli kusuru Türkiye’nin ÖSO unsurlarıyla birlikte hareket etmesi. Bu, Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik çabalarına ciddi bir katkı sunmakta. Ancak İsrail’in Gazze’de kendisine yakın çalışabileceği bir milis gücü yok. Ancak böyle bir yapı kurabilirse başarının geleceği tartışılıyor. O halde İsrail Gazze’de Filistinlilerden kendisine yakın bir takım yapılanmalar oluşturmaya gidebilir. Başarıya ulaşır mı o ayrı bir tartışma konusu olacaktır.

https://www.haaretz.com/israel-news/2023-12-19/ty-article/.premium/dont-let-bibis-bluff-fool-you-israel-is-heading-toward-full-reoccupation-of-gaza/0000018c-7e2f-de44-a9be-7fbfafef0000

 Bunun yanı sıra İsrail’in  Batı Şeria için ortaya koyduğu bir başka model de var. O da Oslo II Anlaşmasıyla Batı Şeria’da yürürlüğe giren A, B ve C bölgeleri modelidir. Bilindiği üzere A Bölgesi Batı Şeria’nın yalnızca %18’lik alanını kapsayan ve doğrudan Filistin Yönetimi kontrolüne bırakılan alanıydı.  A Bölgesi, doğrudan Filistin güçlerinin kontrolünde olan ve İsrail’in Fliistin güçleriyle gerekli gördüğünde ortak operasyon yapmak durumunda kaldığı alandır. Bu bölge, hiçbir İsrail yerleşiminin bulunmadığı sekiz Filistin şehrini ve çevre bölgelerini ( Nablus , Cenin , Tulkarem , Kalkilya , Ramallah , Beytüllahim , Eriha ve El Halil’in yüzde 80’i ) kapsamaktadır.  Ayrıca bölgeye giriş de tüm İsrail vatandaşlarına yasaktır.

B Bölgesi (Filistin sivil kontrolü ve İsrail-Filistin ortak güvenlik kontrolü): başlangıçta yaklaşık %23-25 ​​(ilk aşama, 1995). 2013 yılı itibarıyla B Bölgesi resmi olarak Batı Şeria’nın yaklaşık %22’sini oluşturuyordu.  Bu bölge yaklaşık 440 Filistin köyünü ve çevredeki arazileri kapsıyor ve hiçbir İsrail yerleşimi yok. Anlaşmada ‘Ek 1 No’lu haritada kırmızı çizgiyle gösterilen ve sarı renkle gölgelenen yerleşim alanları ile Ek I Ek 6’da listelenen mezraların yerleşim alanı’ olarak tanımlanmıştır. Tulkarm, Nablus, Salfid, Jericho, Kalkilya, Cenin, Hebron, Ramallah, Beytüllahim kentlerini içeren bölge Batı Şeria’nın %22’sini oluşturuyordu. Bu bölgede de İsrail yerleşimi bulunmamaktadır.

C Blögesi ise, tam İsrail sivil ve güvenlik kontrolünün yer aldığı bir alandır. Başlangıçta yaklaşık %72-74’lük alanı kapsayan alandan, 1998 yılında Wye Nehri Mutabakatı uyarınca İsrail’in çekilmesi belirtilmiştir. İsrail’in çekileceği alan C Bölgesi’nden B Bölgesi’ne kadar olan %13’lük ek payı kapsamıştı. Böylece C Bölgesi’ni resmi olarak Batı Şeria’nın yaklaşık %61’ine düşürmesi beklenmiştir. Ancak İsrail bölgenin yalnızca %2’den çekildi,  ve Savunma Kalkanı Harekatı sırasında tüm toprakları yeniden işgal etti. 2013 yılı itibarıyla C Bölgesi, yerleşim yerleri, ileri karakollar ve ilan edilen ‘devlet arazisi’ de dahil olmak üzere resmi olarak Batı Şeria’nın yaklaşık %63’ünü kapsıyordu. İlhak edilen Doğu Kudüs, sahipsiz topraklar ve Ölü Deniz’in Filistin kısmı dahil veya hariç olmak üzere kalan yüzdelik alanı belirliyor. Obama yönetimi döneminde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, C Bölgesi’nin ‘Filistin’in gelişmesi için etkin bir şekilde sınırlandırıldığını ve bölgede yaşayan Filistinlilere çok az inşaat izni verildiğini’ belirtti.

Bugün tüm İsrail yerleşimleri (İsrail’e ilhak edilen Doğu Kudüs’tekiler hariç) C Bölgesi’nde bulunmaktadır.  İsrail halen C Bölgesini işgal etmeye devam ediyor. Üstelik halihazırda bölgenin %99’u Filistinlilerin kullanımına kapalı durumda. Bu durumC Bölgesi’ndeki arazilerin çoğunun gelişmemesine yol açmış durumda ve üstelik İsrail Filistinlilerin inşaat yapmalarına izin vermiyor. Nitekim 2013 AB raporuna göre İsrail politikaları, su temini, eğitim ve barınma gibi temel hizmetlerde bozulmayla birlikte C Bölgesi’ndeki Filistin varlığını baltaladı. Filistin köylerinin yaklaşık %70’i yerleşimcilere hizmet veren su şebekesine bağlı değil; bu da bölgedeki Filistinlilerin yerleşimcilerin kişi başına düşen tüketiminin yalnızca dörtte biri ila üçte birini kullandığı gerçeğini açıklıyor. İşte İsrail karşıtlığının merkezi de burasıdır. 

https://www.aljazeera.com/news/2019/9/11/what-are-areas-a-b-and-c-of-the-occupied-west-bank

Oslo II Antlaşmasına Göre Batı Şeria’nın Bölgeleri

Daha savaşın sıcaklığı henüz soğumadan Gazze’nin geleceğine yönelik perspektifler oluşturmak zor görünüyor. Bununla birlikte İsrail’in savaşı Lübnan’a ve Yemen’e sıçratma çabasında olduğu da bir gerçeklik. Özellikle son zamanlarda Netanyahu hükümeti kendi sorumluluğunu başka ülkelere atarak savaş sonrası siyasi ömrünü sürdürmeye çalışmaktadır. Özellikle son günlerde Türkiye ve Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sosyal medya üzerinden suçlamalar yaparak savaştaki gidişatı lehine çevirmek istemektedir. Özellikle savaşın kara operasyonlarında yaşanan sıkıntılar ve IDF’nin kayıpları İsrail kamuoyunda sorgulanmaya başlamıştır. Netenyahu ve Gazze’nin geleceği savaşın sona ermesiyle kendisini gösterecektir.

Röportaj: Hande İpekgil

Instagram 

Threads

X

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir